Perşembe, Mart 25, 2010

Pazar Keyfi

Ağırlıklı olarak mutsuz olduğum zamanları yazmaktan rahatsız olmuştum bir süre önce. Bu nedenle hiçbir şey yazasım da gelmiyordu. Geçen Pazar, uzun zamandan beri ilk defa baştan sona güzel, huzurlu bir gün geçirdim, yazmazsam haksızlık olur o güne diyerek arayı soğutmadan yazmaya karar verdim.

Pazar günleri benim evde temizlik var. Genelde yardımcım sabah 8:00-8:30 arası gelir, ben ona kapıyı açar geri yatar uyurum. Geçen hafta da farklı bir durum olmadı. Saat 10:00 gibi kalktığımda dışarıda o kadar güzel bir hava vardı ki kendimi evden dışarı atmak istedim. Açık havada kahvaltı, oh ne ala. Aradım üç beş arkadaşı, ulaşamadım kimseye. Yalnız başıma hayattan keyif alma konusu üzerine çalışmam gerek, o yüzden bu durumun beni caydırmasına izin vermedim. Evime yakın Bahçemiz diye bir yere gittim. Çok ahım şahım bir kahvaltıları yok ama mekanı seviyorum. Yol kenarı, gelene geçene bakıyorsun, ağaçlar, kuşlar. En çok da kuşlar mutlu etti beni. Bir kuş karşıma oturdu birlikte kahvaltı ettik. 15-16 senedir görmediğim bir arkadaşım, eşi ve yeni doğmuş çocukları geçti yoldan. Ayaküstü muhabbet ettik. Anlattım, gittim geldim diye. Manyak mısın niye döndün oralardan dedi, eskiden de patavatsızdı diye geçirdim içimden.

İkinci durağım ODTÜ tenis kortları oldu. Eski bir arkadaşla orada buluştuk, birlikte tenis de oynardık. Artık belim müsade etmiyor oynamama. Kortlarda olmak biraz hüzünlendirse de hala mutlu ediyor beni. 3-4 saat aynı masada oturduk, çay içtik, bulmaca çözdük, lak lak ettik. Sabahtan beni kıl eden olayı anlattım. Kendisi de 4-5 sene yurtdışında yaşamış dönmüş biri olarak bu konuda anlar beni. İnsanların bizim aylar belki yıllarca onlarca parametreyi içine koyarak aldığımız kararları otuz saniye içinde manyak mısın dönülür mü oradan şeklinde eleştirebilmelerini konuştuk. Sonra o biraz duvarda çalıştı, ben biraz daha takıldım.

Oradan çıkışta anneme gittim. Pazarları birkaç saat için de olsa ona uğramaya çalışıyorum. Bu aralar dizlerinden olması gereken ameliyatlardan dolayı daha da bir kırılgan. Oyalanıp kafası dağılıyor ben gidince. Babamın eski eşyaları arasından dürbün arama diye başladığımız dolap karıştırma macerası dürbün haricindeki herşeyin ortaya dökülmesi ile sonuçlandı. Anne tarafımdan dedemin Hayfa’da (Suriye) geçen çocukluk-gençlik yıllarında, 14 yaşında, tuttuğu küçük bir izcilik ajandasını verdi bana. 1921 yılına ait, yıpranmış. Mürekkeple dedem adını, boyunu, kilosunu, oymak adını yazmış ilk sayfasına latin harfleri ile. Eagle Troop’muş efendim dedemin oymağının adı. İngilizce olarak kampta dikkat edilmesi gerekenler, düğüm çeşitleri ve izcilikle ilgili diğer bilgiler geliyor önce. İki sayfada da eğitimlerin listesi var matbu halde, yanlarına dedem eliyle tamamladığı tarihleri yazmış. Sonrasında haftalık olarak ayrılmış ajanda kısmı başlıyor. Sayfalar o kadar kırılgan ki çevirmeye korkuyor insan. 1 Ocak gününde “I will be” yazmış, devamında başka birşey yok. Arada birkaç sayfada arapça harflerle birşeyler yazılmış ama çoğu boş.

İzcilik defterini bitirince annemin ilkokul, ortaokul karnelerini, birkaç desen çalışmasını, düğünlerinde gelmiş olan şerit şerit yapıştırılmış telgrafları, düğünde ve ablamın doğumunda dışarıdan gelen tebrik kartlarını inceledik, eğlendik. Sonrasında bana ve ablama ait birer çikolata kutusu çıktı ortaya. Benim göbek bağım, 3-4 yaşındayken yaptığım eciş bücüş resimler, makarnaları boyayarak anneme yapmış olduğum kolyeler, benim ilkokul ve ortaokul karnelerim, anadolu liseleri sınavlarına giriş belgelerim, sonuç gazeteleri, ve daha neler neler. Hem tozlandık hem eğlendik kurcalarken.

Oradan çıkışta eve gitmeden önce bir de ablama uğrayayım dedim. Arayı açınca yeğenden sitem yiyorum. Zaten şehir dışında olacağım için okuma bayramını kaçıracağım, biraz kırgın bana. Ben ablamlara vardığımda banyodan çıkmış saçının kurutulmasını bekliyordu küçükhanım. Annesi saçını tarayıp düzeltirken biz de biraz laklak ettik. Annemden aldığım ön istihbarat doğrultusunda, eh anlat bakayım okulda neler yapıyorsun, arkadaşların kim diyerek lafa giriş yaptım. Sevgili Naz arkadaşından bahsetti, anaokulundan beri kankası. Sınıftan kim var deyince hiç naz yapmadan Ozan var, çok seviyorum o benim erkek arkadaşım diye patlattı bombayı. Başta Naz’a Ozan’a söylememesi için çok ağlamış, Naz gitmiş Ozan’a söylemiş, ama zaten Ozan da bizimkini seviyormuş efendim. Bu noktada ablam hemen devreye girip babamızın bu durumdan çok da memnun olmadığı durumunu hatırlattı, bu yaşta erkek arkadaş da neymiş diyerek. Eh babanın da işi zor, daha kızı yedi yaşında erkek arkadaşım bu diyerek ortalıkta geziyorsa sen bunu 14-15 yaşında düşün artık. Onun da hayatı zor tabii. Neyse, ne diyordum. Onlar akşam yemeğine oturunca ben de kalktım.

Eskişehir yolundan eve giderken yolumun üzeri sayılabilecek bir arkadaşı aradım. Çok uzun bir mazimiz yok ama bu aralar sıkıntılı dönemler geçiriyor, biliyorum. Hadi bana kahve yap geliyorum dedim. Bir iki saat de onunla muhabbet ettikten sonra günün yorgunluğunu atmak üzere nihayet eve doğru yollandım. Eve geldiğimde saat daha onbuçuktu

Herhalde uzun zamandan beridir hiç bu kadar keyifli ve huzurlu bir oniki saat geçirmemiştim, sadece kendim için, işi gücü onu bunu düşünmeden. Hava o kadar güzel olmasaydı ya da evde temizlik olmasaydı sabahtan evden kendimi dışarı atar mıydım bilmiyorum. O kadar da zor değil bunları yapmak ama olmuyor işte. Kim bilir belki daha sık yapmayı becerebilirim bundan sonra.