Cuma, Şubat 20, 2009

Evre Sonu Raporu

Aşağıdaki yazı bir arkadaşla yapılan chat'ten alınan satırlardan oluşmuştur. Sadece italik olan kısımlar eklenmiş ya da düzeltilmiştir. Chat hattının öteki ucunda bulunan ve bana bulaşık yıka demiş olan gizli kahramana da buradan tekrar teşekkür ederim...

çok değişik birşey yaptım
hayatımın bir önceki evresini kapattım sanırım
herşey bulaşıkları yıkarken oldu
nasıl anlatsam
**
biraz da amerika'dan dönmeme neden olan bir kişi vardı.
çok kırgın olduğum, affetmediğim
affedemediğim
aslında affetmediğimin kendim olduğunu da biliyordum
geldiğimden beri bir kere bile haberleşmemiştik
zaten evlendi, çocuğu oldu filan
bulaşık yıkarken aklıma düştü
sonrasında
ona mesaj attım
yahoo'dan chat ettik
havadan sudan
hayatımın o evresini sanırım ancak şimdi kapattım
ve herşey bulaşık yıkarken oldu
finally... I let it go...
**
ya garip bir ilişkimiz vardı
detaylar önemli değil
çok acı çektim ama artık hiç önemli değil
ne ona ne de kendime kızmıyorum
I let it go... becerdim bunu
bilemiyorum, benim açımdan bunu yapabilmiş olmanın büyüklüğünü anlatabiliyor muyum?
**
belim sızlıyor ama keyfim o kadar gıcır ki :)




Pazar, Şubat 15, 2009

Ev Alma Ev Arkadaşı Al (1)

5 yıl 8 aylık yurtdışı hayatımın ilk 2 yıl 3 ayını üniversite tarafından postdocların, yani doktora sonrası araştırmacıların da kalmasına izin verilen evlerde, sonraki 2 yılını yaşlılar için tasarlanıp inşa edilen, bir aşamada herkese açılınca üniversite kampüsüne yakınlığı sebebiyle daha çok doktora öğrencileri ve araştırmacılar tarafından istila edilen bir apartman kompleksinde, son 1 yıl 5 ayını ise kampüse 15km kadar uzakta yeni kurulmuş olan bir şehirde güzelce bir apartman dairesinde geçirdim. Profesyonel bir taşınıcı oldum diyebilirim ama konu taşınma değil, en azından bu günlük. Bu konaklamalarda aradaki iki yıllık süreç haricinde devamlı ev arkadaşlarım oldu, konumuz onlar...

Yurtdışına ilk gittiğimde Ankara'da tek başıma yaşadığım evi kapatmış gitmiştim. "Bu yaştan sonra bir ev arkadaşı mı, hayatta olmaz..." diye burnum havalarda ev bakınırken, 60m2 tek odalı eski bir apartman dairesine 900 dolar vermek yerine üniversitenin hiç de fena olmayan iki odalı öğrenci evlerinde bir ev arkadaşı ile 470 dolar vererek yaşayabileceğimi öğrendim. Ev arkadaşı fikri bir anda çok cazip geldi. Aile ile aynı şehirde okumanın yan etkisi olarak yurt veya ev arkadaşı gibi tecrübelerden yoksun büyümüş biri için, bunu da denemek lazım hayatta diyerek Irvine'a varışımdan 7 gün sonra, 7 Aralık 2001 tarihinde (ki yaş tam 28 oluyor) yeni bir maceraya yelken açtım.

İlk ev arkadaşım Minako diye bir hatundu. Japon asıllı amerikalı, baba japon, ama kadın Amerika'da doğup büyümüş. Gözler haricinde japonlukla bir alakası yok. Benden bir-iki yaş büyüktü sanırım. Birlikte yaşamaya başladığımızda yeni evlenmişti ve doktora tezini toparlamakla uğraşıyordu. Kocası iki saat mesafede çalışıyor ve yaşıyordu. Tabii o zaman bu bana çok garip gelmişti ama daha sonra Amerika'nın iki ayrı yakasında yaşayıp çalışan çiftleri görünce bunun onlar için çok normal birşey olduğunu gördüm.

Minako ile ilk tanışmamız onun çalıştığı laboratuvarda oldu. Oda için size öneri yapıldıktan sonra potansiyel ev arkadaşları görüşüp tanışıyorlar, karşılıklı bir mülakat yapıyorlar. İki tarafın da kabul etmeme şansı var. Yalnız olayı sündürmemek için en fazla üç öneriyi geri çevirme hakkınız var. Kendisi zaten yıllardır o evde yaşıyordu ve ev arkadaşı mezun olduğu için bana önerilen oda boşalmıştı. Bizim mülakat biraz da benim çömezliğimden tek taraflı geçti. O hayat tarzını, şartlarını anlatıyor, ben de he he deyip geçiyordum. Biran evvel kendime ait, başımı sokacak bir çatı bulma endişesi içinde şart şurt görecek halim yoktu zaten. Ev düzeni, temizlik vs gibi konularda konuştuktan sonra, Minako kedisinden, kocasının iki haftada bir gelip haftasonu kalacağından bahsetti. O ilk mülakattan aklımda kalan bir diğer konu ise barda tanıştığım erkekleri ilk geceden eve getirmeme şartı oldu. Evet, bu beni en zorlayan şart oldu sanırım (töbe töbe).

Sonuçta kediyi bir kere bile görmedim, kocası da 7-8 ayda toplam 7-8 kere ya geldi ya gelmedi. Sonradan iyi arkadaş olup uzun gece muhabbetleri yaptığımız zamanların birinde dönem ortası olduğu için zaten pek alternatif gelmediğini beni de atlatabilirse dönemin kalanın hepsini evde tek başına geçireceği için olayı yokuşa sürmeye çalıştığını açıkça ifade etti. Bir diğer numarası da ilk taşındığım haftanın sonunda evde çılgınlar gibi temizlik yapmak olmuştu. Her hafta sırayla temizlik yapacağımız için, bana standart koymaya çalışıyormuş aklı sıra. Ne yalan diyeyim, ben de bunu sonraki ev arkadaşlarımda uyguladım sonra.

Minako ile yaşadığım 7-8 aylık süreçte o doktora tezini yazmakla uğraştığı için vaktinin çoğunu kocasının evinde geçirdi. Ancak deney yapması gerektiği zamanlar kampüste kalıyordu. Birlikte çok olmasa da uzun ve eğlenceli muhabbetler yaptık. Başlarda inatla benim gibi açık kumral, ela gözlü birine "you arabs..." diye başlayan cümleler kurarak sorular sormaya çalıştıysa da zamanla türklerin, arapların ve iranlıların aynı olmadığını anlatabildim ona. Ülkeden ve dilden bağımsız, hatunlar olarak kıl-tüy muhabbeti yaptık. Tam ailelerimizden, korkularımızdan, hedeflerimizden konuşur hale gelmiştik ki tezini bitirdi ve kocasının yanına taşındı. Taşındıktan sonra sadece bir kere telefonla konuştuk. Ne yazıştık, ne haberleştik. Doğrusu pek de aklıma gelmedi, gelmiyor... Nerededir, ne yapar çok merak etmiyorum açıkçası. O kadar yer etmemiş bende demek ki. Onun da beni düşündüğünü sanmam. Belki arada bir "Çatlak bir Türk ev arkadaşım olmuştu bir ara, uykuluyken benimle Türkçe konuşurdu" diyordur o kadar.

Bugünlük bu kadar yeter. Serinin ikinci kısmında Minako'dan sonra 1.5 sene kadar yaşadığım Meiying'i, çinli ev arkadaşımı anlatırım size. Sağlıcakla kalınız...

Salı, Şubat 10, 2009

Blog Dinamikleri

Blog işine alışmaya çalıştığım bu günlerde yazdığım yazıların beni ne kadar ifade ettiğini sorgular buldum kendimi. Etrafta genelde neşeli ve olumlu bir insan olarak tanınmama rağmen yazdıklarıma bakınca bunu hiç yansıtamadığımı farkettim. Acaba bu, kendimi yanlış ifade ettiğimden mi yoksa aslında bu neşeli suratın arkasında aslında mutsuz ve kızgın biri olduğundan mı diye düşündüm. Sanırım ikisinden de biraz var. Daha işin çok başındayım ve öncelikle sadece kaşıntı yaratan konulara değinmiş olduğumdan yanlış tanınma paranoyası yapıyor olabilirim.

Sonuçta bu, şu gerçeği de öne çıkarıyor, sadece yazı yoluyla karşıdakini onun yansıttığı gözle ve onun istediği kadar tanıyabiliyorsunuz. Bu benim için çok yeni. Algılarımın bir çoğu çalışmaz durumda. Blog insanlarının ilişkileri alıştığımdan çok farklı temellere ve derin bir güven anlayışına dayanıyor sanırım. Öğrenmek ve anlamak için kendimi biraz daha rahat bırakmam ve bu aleme dalmam gerekiyor sanki...

Pazar, Şubat 08, 2009

Yaşamaya Üşenmek

Tutamıyorum kendimi. Nasıl tutayım? Ekranda benimle aynı yaşta bir kadın görüyorum. 8 sene savaşmış kanserle, herşeye rağmen gülümseyen bir yüzle. Ve yenik düşmüş sonunda. Ailesinden kansere kurban giden sekizinci kişi. Karadeniz uşakları ne de çok kurban verdi şu illete Çernobil sonrası... Çok kızgınım çok. Nur içinde yatsın hepsi…

Son yazısını okudum, Nazım’ın en sevdiğim şiirlerinden birini koymuş. Onbeş sene önce ofis duvarımda asılı olan hani, Yaşamaya Dair, işte o. Unutuyorum bazen nasıl yaşamam gerektiğini, nelerin önemli olduğunu hayatta. Aslında biliyorum bilmesine ne yapmalı ne etmeli ama basiretim mi bağlı ne... Büyük bir üşengeçlik çökmüş üzerime hayata karşı. Aramayı ertelediğim dostlarım, salonda açılmamış kolilerim, on aydır tamir ettirmediğim sifonum, iki haftadır doldurmadığım silecek suyu… Hepsinin ötesinde de düşmanmış gibi davrandığım bedenim. Bir gün bırakıverecek beni vakitsizce kendisini hiç umursamıyorum diye. İşin kötüsü, sonuna kadar haklı olacak. Kızacağım kendime bu konuda ama ona bile üşeniyorum şu anda…

Perşembe, Şubat 05, 2009

İletişimin D Hali

Yazı yazma çabalarımla ilgili ilk ve tek yorum fazla planlayıp yazmaya çalıştığım ve kendimi biraz daha bırakmam gerektiği yolundaydı. Buyrun o zaman. Saat ofis bilgisayarı zamanında 13:04. Öğle arasındayım, vaktim dar. Bakalım ne çıkacak.

Konumuz iletişimin halleri ile ilgili. Dün bir iş arkadaşım, ben ve arkadaşlarımın durduk yere olur olmaz birbirimize sarılmamızla ilgili olarak dalga geçti. Ah siz hatunlar edasıyla. İletişimin çeşitli halleri olduğunu düşünecek olursak ağırlıklı olarak sadece konuşma ve yazmayı kullanmaya şiddetle karşı çıkıyorum. Bakışmak, dokunmak, koklaşmak... Bunları da yeterince kullanmak lazım hayatta. Tabii konuşma ya da yazma kadar sıklıkla olması zor ama gün içinde sevdiğin bir insanın başını okşamanın, sarılıp sıcaklığını hissetmenin kıymeti büyük.

Bunun eksikliğini gavuristanda yaşadığım ilk senede derinden hissetmiştim. Yurtdışına gitmeden önce bulunduğum çalışma ortamlarında da daima sevdiğim insanlarla yakın olma, dokunma, kulaklarına parmak sokma şansım vardı. Oraya ilk gittiğimde bir anda dokunma yollu iletişim hatlarımın hemen hepsi kesiliverdi. Hele bir de yavuklu yoksa, başka bir insana dokunma ilk tanıştırılma anındaki bir tokalaşmanın ötesine gitmiyordu. Başta insan farketmiyor, bir gariplik var bu durumda ama ne. İşin kötüsü buna alışıyor da zamanla. Birbuçuk sene kadar sonra tatil için eve geldiğimde annem ablam bana sarıldığında bir garip hissettim kendimi, ne yapıyor bunlar yahu, elimi nereye koyuyordum ben şimdi. Zaman içinde gavuristan'da da kendime sarılacak, sıcaklığını hissedebileceğim dostlar buldum bulmasına ama memleketteki yoğunluğa hiç erişmedi bu.

O yüzden demem o ki, iyidir insana sarılmak, ya da birinin durduk yere gelip sana sarılması. Tutunacak dal, ya da bu durumda tutunacak insanlar olduğunu bilmek etrafında hayata biraz daha fazla katlanma gücü veriyor.

saat 13:15 vay be...
saat 13:19 hızlıca yazım hatalarını da düzelttim. hadi bakalım...

Pazar, Şubat 01, 2009

Yazmaya Başlamak

Genellikle iletişim konusunda kendimi başarılı sanırdım. Gelin görün ki birşeyler çiziktirmeyi denediğim bu günlerde yazma konusunda kendimi oldukça beceriksiz hissettim. Ne yazsam, nasıl yazsam? Acaba kendimi yazarak başlamak mı lazım dedim, kendimle ilgili olarak kafamdakileri dökmeye çalıştım. Ortaya çıktı ki en zorundan başlamışım meğer. Bir arkadaşımın dediğine geldim. Asıl maharet soruları, sorunları bulmakmış.

Yılların alışkanlığı, listeleme yoluna gittim. Beni tanımlayacak yanıtlar neleri ortaya koymalı diye düşününce ilk etapta elimde yedi maddelik bir taslak liste buldum:
hedeflerim, hayallerim, beklentilerim, korkularım, endişelerim, yeteneklerim, zayıf yönlerim. Eminim başlıkları çoğaltmak mümkün, ama bugün aklıma gelenler yedi etti. Sayı da afili. Evet, yedi olsun. Bunlardan son ikisi diğerlerinden farklı bir kategoride, diğerlerini destekleyen özelliklerim. Sanırım bu zamana kadar yeteneklerimin ve zayıf yönlerimin neler olduğunu ve bunları nasıl kullanıp kontrol edeceğimi, gerektiğinde örtbas edeceğimi üç aşağı beş yukarı öğrenmişim.

İlk beş maddeye bakınca, bunların bir kısmı ne kadar çakışıyor bir türlü karar veremiyorum. Yine de buna fazla takılmadan devam etmeye çalışayım. Sırayla mı gitsem? Yok, hayır. Burada kuralları ben koyarım. Kolayıma gidenden başlayacağım. Endişelerimin genelde gündelik olduğuna karar verip onları da bir kenara koyuyorum, kaldı dört başlık. Korkulara gelince, bu kolay... Sevdiğim üç-beş kişinin başına birşey gelmesi ya da mutsuz olmaları. Kendime ait bir korkum var mı? Başka gelmiyor aklıma. Sıra ilk üçe geldi...

- Hedefleriniz neler Sn. Portia?
- Bilmem, pek bir hedefim yok galiba. En azından kendi kendime koyduğum bir hedef yok. Ya başkalarının hedeflerine bulaşıyorum ya da başkaların bana koydukları hedeflere takılıyorum.
- Peki hayalleriniz?
- Sanırım bir hayalim de yok. Yaşayıp gidiyoruz öyle. Hayal, kırıklığı getirir; bulaşmamak en iyisi.
- Son soru, beklentiler?
- Sanırım başkalarından birşey beklememeyi öğretmişim kendime. Kendimden beklentilerime gelince sorumluluk duygusuyla kol kola girmiş dolanıyorlar etrafımda, onları da belirleyen ben miyim başkaları mı belli değil.

Hiç beğenmedim yazdıklarımı. Çok iç kapayıcı geliyor okuyunca. Aslında amaç bu değil. Sadece karar veremiyorum; hayallerimin, hedeflerimin olmayışı beni özgür mü kılıyor zavallı mı, bilemedim.